İnsanlığın varoluşundan bu yana zihinleri meşgul eden, sanat eserlerine, felsefi tartışmalara ve dini inançlara ilham veren kavramlar vardır. “Biz ne olacağız?” sorusu, bu kavramların kesişim noktasında yer alır ve varoluşun anlamını, nihai kaderimizi sorgulayan derin bir yankı uyandırır. Bu soruya verilebilecek en kısa ve öz yanıt ise varoluşumuzun kırılganlığını ve geçiciliğini hatırlatır:
“Bir gün olmayacağız. Hepsi bu.”
Bu basit ama sarsıcı ifade, her şeyin bir sonu olduğunu ve yaşamın, anlam yüklediğimiz tüm kavramların aslında ne kadar geçici olduğunu gözler önüne serer. Bu dünya kimseye kalmıyor; Sultan Süleyman’a bile kalmadı. İnsanoğlunun en büyük çabalarından biri, ölümsüzlüğü bulma arzusudur. Oysa ölüm, bir son değil, sadece bir mekan değişikliğidir. Hz. Mevlânâ’nın deyimiyle, ölüm bir düğün günüdür.
İnandığım doğrular bana şunu öğretti:
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.”
Mutluluğun sırrı da buradadır: Elindekilerle yetinmek, geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin kaygılarıyla hırpalanmadan anda kalabilmek.
Her alıp verdiğimiz nefes, süresi belirsiz son nefese bir hazırlık mahiyetindedir. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.”
Bu dünya, yaşanıp tüketilen bir yolculuktur; ölüm ise bu yolculuğun ardından gelen sonsuz güzelliktir.
Ancak biz ne yapıyoruz? Dünyanın ve hayatımızın içinden geçiyoruz; ama farkında olmadan. Sürekli biriktiriyoruz:
Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev…
Ve sonra, demir alma günü gelip çattığında, her şeyin ne kadar boş olduğunu anlıyoruz.
Bugün insanların psikolojik rahatsızlıklarının artmasının en büyük nedenlerinden biri de budur: Haz odaklı bir yaşam sürmek. Sadece zevk ve keyif peşinde koşan bir hayat, insana mutluluk yerine boşluk bırakır.
Oysa gerçek mutluluk, dünya nimetlerine aşırı bağlanmadan ve her anı bir hazine gibi değerlendirerek yaşamaktan geçer. Yaşamın değerini anlamak için onun geçiciliğini kavramak gerekir.
İnsanlığın varoluşundan bu yana zihinleri meşgul eden, sanat eserlerine, felsefi tartışmalara ve dini inançlara ilham veren kavramlar vardır. “Biz ne olacağız?” sorusu, bu kavramların kesişim noktasında yer alır ve varoluşun anlamını, nihai kaderimizi sorgulayan derin bir yankı uyandırır. Bu soruya verilebilecek en kısa ve öz yanıt ise varoluşumuzun kırılganlığını ve geçiciliğini hatırlatır:
“Bir gün olmayacağız. Hepsi bu.”
Bu basit ama sarsıcı ifade, her şeyin bir sonu olduğunu ve yaşamın, anlam yüklediğimiz tüm kavramların aslında ne kadar geçici olduğunu gözler önüne serer. Bu dünya kimseye kalmıyor; Sultan Süleyman’a bile kalmadı. İnsanoğlunun en büyük çabalarından biri, ölümsüzlüğü bulma arzusudur. Oysa ölüm, bir son değil, sadece bir mekan değişikliğidir. Hz. Mevlânâ’nın deyimiyle, ölüm bir düğün günüdür.
İnandığım doğrular bana şunu öğretti:
“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.”
Mutluluğun sırrı da buradadır: Elindekilerle yetinmek, geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin kaygılarıyla hırpalanmadan anda kalabilmek.
Her alıp verdiğimiz nefes, süresi belirsiz son nefese bir hazırlık mahiyetindedir. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.”
Bu dünya, yaşanıp tüketilen bir yolculuktur; ölüm ise bu yolculuğun ardından gelen sonsuz güzelliktir.
Ancak biz ne yapıyoruz? Dünyanın ve hayatımızın içinden geçiyoruz; ama farkında olmadan. Sürekli biriktiriyoruz:
Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev…
Ve sonra, demir alma günü gelip çattığında, her şeyin ne kadar boş olduğunu anlıyoruz.
Bugün insanların psikolojik rahatsızlıklarının artmasının en büyük nedenlerinden biri de budur: Haz odaklı bir yaşam sürmek. Sadece zevk ve keyif peşinde koşan bir hayat, insana mutluluk yerine boşluk bırakır.
Oysa gerçek mutluluk, dünya nimetlerine aşırı bağlanmadan ve her anı bir hazine gibi değerlendirerek yaşamaktan geçer. Yaşamın değerini anlamak için onun geçiciliğini kavramak gerekir.
YORUMLAR